(Erdem dergisi, Sayı 56, 2010, ss.103-113)
Tanzimat Dönemi Türk Romanlarında İstanbul ve
Paris'e Bakış
Mustafa KARABULUT1
ÖZ
Osmanlı devletinde kentleşme olgusu Tanzimat döneminde daha da önem kazanır.
Özellikle 19. yüzyılda kentleşmeyle beraber kültürel değişim hızlanır. Batılılaşma
hareketleri Tanzimat döneminde her bakımdan günlük hayata yansır. Saraydan
başlayarak toplumun bütününe yansıyan yenilik düşüncesi, eski hayat tarzının
değişmesinde etkili olur. İstanbul ve İstanbul halkı değişimden çok etkilenir. Bu kent,
semtleriyle de zenginliğin cazibe merkezi olur. Beyoğlu ve Galata en gözde mekanlardır.
İstanbul'daki Adalar, Boğaziçi, Çamlıca, Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere mesire ve
eğlence yerlerine karşılık olarak Paris'te Bologna veya Vincent ormanları görülür.
İstanbul, Batılı yaşam tarzı, mimari, kılık-kıyafete, arabalar, alafranga sofralara kadar
Paris'e benzer. Bu durum, dönemin romanlarına da önemli ölçüde yansır. Tanzimat
dönemi yazarları romanlarında İstanbul ve Paris kentlerini birçok yönden karşılaştırır.
Anahtar Kelimeler: Tanzimat dönemi edebiyatı, kültürel değişim, Batılılaşma, Türk
romanı.
ABSTRACT
İstanbul and Paris in Turkish Novels of the Tanzimat Era
The urbanization in the Ottoman Empire became an important social phenomenon in
the period of Tanzimat. Together with the 19th century urbanization, cultural change
also fastened. Westernization appeared in all aspects of the Daily life, and the idea of
reform that started from the state and expanded to the wholw society became
effective in the change of old life styles. İstanbul and the people of İstanbul became
highly affected by this change. This city and its quarters turned out to be the center of
attraction. Beyoğlu and Galata became as favourite places. Adalar, Boğaziçi, Çamlıca,
Yeniköy, Tarabya and Büyükdere resorts and entertaining places were condidered as
those of Bologna or Vincent in Paris. With its Western style of life, dressing, couches
and modernized dining styles İstanbul resembled to Paris. This also became reflected in
the novels of the period. The writers in the Tanzimat era compared İstanbul and Paris in
many aspects.
Key Words: Tanzimat era literatüre, cultural change, Westernization, Turkish novel.
Osmanlı devletinde kent bilinci yenileşme hareketleri ile önem kazanır.
Önceleri kent insanı, dinî ve ailevi bağlarla şehir hayatında rol üstlenir.
Bünyesinde değişik dinden insanları barındıran Osmanlı kentlerinde dinî
yapıların ve konutların ağırlıkta olduğu görülür. 19. ve 20. yüzyıla gelindiğinde
‘Belediye' kavramıyla tanışan kentler kültürel yenileşmeye ve gelişmeye devam
eder.
Kent bilincinin kültürle yakından ilişkisi olduğu, bir gerçektir. “Osmanlılar
kente bir bütün olarak bakar.” (Faroqhi 2002: 165) Bunun en güzel örneği, 16.
yüzyıldan kalan kent minyatürleridir. Özellikle İstanbul görünümleri konakların
duvarlarını süsler. Bir kentte üretilen mal, bazen manevî yönüyle hafızalarda
kalan bir şahıs, kentin simgesi olur. Bugünkü kent anlayışında öne çıkan
‘Belediye' ve ‘Belediye başkanı' gibi kavramlar yerine, Osmanlı kentlerinde
kültürel yapı, kent bilincini ortaya koyar.
Türk toplumunda coğrafî saha oldukça geniştir. Yüzlerce yıl göçebe
hayat tarzıyla yaşayan Türklerde, ‘Gök Bayrak' anlayışı hakimdir. Göktürk ve
Oğuz töreleri, daha sonra kurulan Türk devletlerinde değişik biçimlerde
görülür. “Eski Türklerin göçebelikleri ile töreleri arasında münâsebet vardır.”
(Gökalp 1976a: 28) Göçebelik törelerden, töreler de göçebelikten ilham alır.
Eski Türk hayatındaki göçebelik tasavvuru tarihçilerin üzerinde çokça
durduğu bir durumdur. ‘Türk' ile ‘töre' kavramları ayrılmaz sözcükler gibi
yüzyıllarca birlikte kullanılır. Nitekim, ‘Türk töresi' ifadesi kültür ve
medeniyetimizin temelini oluşturan en önemli kavramdır. Çünkü, “Türk töresi,
eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin mecmuudur.” (Gökalp 1976b: 14)
Türkler, kendi kültür yapılarına uygun yeni kültürlerle tanışınca, değişime uyum
sağlamakta zorlanmaz.
İslâmî kültürle tanıştıktan sonra, yerleşik yaşam biçimine kolaylıkla
adapte olan Türk insanı kentleşme sürecine girer. Osmanlıda kentleşme olgusu
coğrafî, ticarî ve siyasî bakımdan daha önem arz eden bölgelerde yoğunlaşır.
Taşrada ise gelişim ve değişim daha yavaştır. Bu arada Avrupalı seyyahlar taşra
kentlere çok ilgi göstermez. Buna rağmen kent kültürünün Osmanlı hayatındaki
yeri yadsınamaz. Bunun en güzel örneği Evliya Çelebi'nin Seyahatname adlı
eserinde görülür. Evliya Çelebi, Osmanlı kentlerinin tarihi yönlerini ön plana
çıkararak bunun Türk kültüründeki önemini belirtir.
Kent kültüründeki değişim, 19. yüzyılda hızlanır. Batılılaşma hareketleri,
Tanzimat döneminde her bakımdan günlük hayata yansır. Saray'dan başlayarak
toplumun bütününe yansıyan yenilik düşüncesi, eski hayat tarzının
değişmesinde etkili olur. Bilhassa İstanbul ve İstanbul halkı değişimden çok
etkilenir. Zihinlerden başlayıp kentlerin görünümünden Osmanlı mutfağına
kadar yayılan değişim; artık, önüne set çekilemeyen bir çığ gibi Türk
yaşamındaki yerini alır.
Tanzimat'ın getirdiği değişim düşüncesi, bazı kentlerin kısa zamanda
gelişip zenginleşmesini, yani ayrıcalıklı bir hüviyete bürünmesini sağlar. Yerli ve
yabancı sermayenin gözde kenti haline gelen İstanbul, semtleriyle de
zenginliğin cazibe merkezidir. Özellikle, Galata ve Beyoğlu diğer semtlerden
farklı yerleşim birimleri olur. Değişik kültürlerin bir arada yaşandığı bir İstanbul
ortaya çıkar. Nitekim, “kahve ve bakkallarıyla Rum, modasıyla Fransız, paltosuyla
İngiliz, birahaneleriyle Alman, mûsikîsiyle İtalyan ve İspanyol, bekçisiyle ve
hamalıyla Türk bir İstanbul doğar.” (Fındıkoğlu 1940: 643)
Osmanlı kentleri içerisinde İstanbul, kapılarını Avrupa hayatına ve
modasına sonuna kadar açar. Bu, mimarîden kılık-kıyafete, arabalardan
alafranga sofralara kadar, yani tamamıyla Türk yaşamına sirayet eder. Özellikle
zengin ve bürokrat kesimde görülen bu değişim, zamanla halkın yaşamına da
girer. Avrupaî kentleşme ve yaşama arzusu, hayatın vazgeçilmezi olur.
Tanzimat dönemindeki değişim, dönem yazarlarının dikkatinden kaçmaz.
Birçok sanatçı, bu süreci romanlarına yansıtmakta gecikmez.
Ahmet Mithat Efendi, Paris’te Bir Türk adlı romanında Fransız şehirlerini
oldukça detaylı tanıtır. Bununla beraber, bu şehirlerle İstanbul'u sık sık şu yolda
karşılaştırır:
“Yolcular çıktılar. Arabacının ücretinden maada (pourboire)
yani şarap parası bahşişini de verdiler. Vakıa arabacıların ücret-i
muayyeneden başka bahşiş namıyla bir şey talebine niza-ıtıen
hakları yok ise de bahşiş hususunda Paris İstanbul'umuzu fersah
fersah geçmiş ve yirmi santimlik bir kahve içildiği zaman bir yirmi
santim dahi uşağa bahşiş vermemek bayağı hakareti müstelzim
bulunmuş olduğundan, arabacılara hilâf-ı nizam şarap parası
vermek dahi yolcuların mecburiyeti cümlesine dahil olmuş
kalmıştır.” (Paris’te Bir Türk, 114)
Beyoğlu ile Paris, otel ücretleri bakımından da önemli farklılıklar gösterir.
Beyoğlu'nda en sıradan bir otelin oda kirası, bir gece için dört franktan fazla
ücret verildiği hâlde, Paris'te bundan daha ucuzu bile bulunmaktadır:
“Hem Paris'in ucuzluğu, pahalılığı yerine ve o yerde sakin
olan halkın ahvâl-i hususiyyesine göredir. İşbu Monsieur le Prince
Sokağı Seine nehrinin cenup tarafında ve ‘Quartier Latin’, lâtin
mahallesi denilen semtte olup, oraları ise ekseriyetle talebe ve
ulema yatağı olduğundan, her şeyin fiyatı ehvence olmak zarurîdir.”
(Paris’te Bir Türk, 114)
Yazar, Paris'in Champs-Elysees gibi, Rue de Rivoli Caddesi gibi daha
muteber yerleri varken, Nasuh Efendi'nin "Quartier Latin"de ikamet etmesine
şaşılmaması gerektiğini ifade eder. Çünkü, Paris'te muteber yerler ile diğer
bölgeler arasında fazla bir fark yoktur. Ahmet Mithat Efendi, bu hususu şu
cümlelerle dile getiriyor:
“Paris bir şehr-i azimdir ki insan-ı kâmil nazarında her
tarafının itibarı birdir. Zira hangi tarafında bulunsanız arzu ey¬
lediğiniz etrafa sizi derhâl isal için faytonlar gibi, omnibüsler gibi,
şimendiferler gibi, nehir vapurları gibi binlerce vesait-i nakliye
emrinize, yani beş on paranıza muntazırdırlar. Herhangi tarafta
olsanız gecenizi geçirebilirsiniz. Öyle İstanbul'da olduğu gibi
maâzallahü tealâ geceyi Fatih'te geçirmeye mecburiyet elverip de
bir ahbap hanesi dahi bulunmaz ise, bakkal dükkânında zeytin,
ekmek yiyerek kahvehane peykesinde (O da kahveci razı olursa.
Çünkü sizi kabule hiç mecburiyeti yoktur) beytutete muhtaç
kalmazsınız.” (Paris’te Bir Türk, 115)
Yazar, Paris'i adeta çok güzel bir tablo çizerek okuyucuya tanıtmaktadır:
“Bu mahallede oturan bir adamın pek de canı sıkılır ise
Monsieur le Prince Sokağı'nı şimale doğru geçerek ve Mazarine
Caddesi'ni dahi mürur eyleyerek Enstitü Meydanı'na varabilir ki
mezkur meydan, Seine nehri kenarında olup oradan Louvre Sarayı
ve daha alt tarafından Tuileries saray-ı cesîmi temaşa edilebilir. Karşı
tarafa varmak için dahi ayaklarınız önüne Sanayi Köprüsü
serilmiştir.” (Paris’te Bir Türk, 115)
Romanın ilerleyen bölümlerinde, Paris'e elli yedi kilometre mesafedeki
Fontainebleau adlı kasaba tanıtılır. Nasuh, bu kasabaya ait bir plân ile görülür.
Daha sonra ise Cartrisse, Gardiyanski ve diğer misafirler arasında Avrupa ile
Osmanlı kentleri plânlı şehirleşme bakımından karşılaştırılır. Gardiyanski bu
hususta şu sözleri söyler:
“Şimdi İngiltere'de, Fransa'da, Almanya'da, Avusturya'da
âdeta mahsusan plânı yapılamamış yer yok gibidir. İspanya ve
İtalya ve Rusya'ya gelince orada halk böyle şeylerin kadrini
bilmediklerinden maada, kendilerine irae edilse bile ehemmiyet
vermediklerinden, en büyük memleketlerinin de plânları yoktur.
Alemin gözü oralarını görmez ve oraları kendilerini âlemin gözüne
arz etmezler. Hele memalik-i Osmaniyyeyi hiç sormayınız. Henüz
payitahtın bile mükemmel bir plânı yoktur.” (Paris’te Bir Türk, 300)
Nasuh, Gardiyanski'nin bu husustaki sözlerini üzülerek tasdik eder.
Müşahedât adlı romanda, Beyoğlu ile Avrupa kentleri karşılaştırılır:
“Şu Beyoğlu ne yaman memlekettir. Avrupa romancıları Pa¬
ris'e göz dikmişlerdir ama bizim Beyoğlu, birçok cihetlerce Paris'ten
de yamandır. Hangi tarafına bakılsa bir roman görülür. Hangi
adama tesadüf edilse, mutlaka bir romana taalluku vardır. O
romanların da ağlebi, insana inşirah verecek surette değil, insanı
dilhun edecek surettedir.” (Müşahedat, 138)
Bu eserde, Ahmet Mithat Efendi'nin gezi üzerine düşünceleri de yer alır.
Yazar, roman okumaktan maksadın, sadece bir adamın macerasını takip etmek
değil;aynı zamanda okurun değişik mekânlarda gezdirilmesini sağlamak
olduğunu söyler. Alafrangalaşmanın bir başka ciheti de, eğlence hayatının
vazgeçilmez unsuru olan gezilerdir. Ahmet Mithat, okurunu eğlence ve mesire
yerlerinde gezdirmeyi adeta bir görev kabul eder:
“Bu akşam Şişli. İki akşam sonra Cendere Boğazı. Bazı
akşam Zincirlikuyu. Nihayet bir cuma günü için Kadıköy’üne.
Fenerbahçesi'ne gidilmek meydân-ı müzâkereye konuldu.”
(Müşahedat, 265)
Diplomalı Kız’da, olay örgüsü Paris'te geçer. Yazar burada, özellikle
gayrimeşru ilişkilerin çokluğuna dikkat çeker. Paris şehrinin haftalık
istatistiklerinde, “Bu hafta zarfında piçhaneye seksen çocuk getirildi. On sekizi
tanındı, kabul olundu.” (s.13) denilmesi bunu açıkça göstermektedir. Paris
ayrıca şu ifadelerle okuyucuya verilir:
“Muhiblik metreslik suretiyle husule gelen yüz
münasebetten kırk kadarı ikinci, üçüncü hafta zarfında ve diğer kırk
kadarı da altıncı, yedinci ay zarfında bozularak, on kadarı çocuğun
kaydı esnasında ve beş kadarı da kaydından sonra münfesih olarak,
fakat yüzde beş kadarı da izdivaca kadar müntehi olur. Bu da az mı
ya? Paris bu! Cihân-i medeniyyetin merkezi değil mi?” (Diplomalı Kız,
13)
Tanzimat dönemi romanlarında mekân genellikle İstanbul veya Paris'tir.
Vak'anın Paris'te geçtiği romanlarda, Batılı hayat ile yerli yaşamı daha iyi
irdeleme fırsatı buluruz. İstanbul'daki mesire ve eğlence yerlerinin karşılığı,
Paris'te Bolgna veya Vincent ormanları olarak karşımıza çıkar:
“Bu intizam öyle evvelki gibi pazar günleri bir lokantada
kuşluk taamı etmek ve badehu Bologna veyahut Vincent
ormanları gibi bir mesireye ve akşam diğer bir lokantaya ve gece
tiyatroya gitmek gibi eğlenceleri terk etmekten ve bu yerlerde
sarfolunacak paraları Julie namına iddihâr sandığına koymaktan
bed'eylemişti.” (Diplomalı Kız, 15)
Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr adlı eserde yazar, Paris ile İstanbul'u
birçok yönden ele alır. Her iki kentte de hayatın zorlu tarafları vardır. Yabancı
bir şehirde yaşamak kolay değildir. Bu sebeple şehri tanımanın faydası
büyüktür.
“Avrupa hatta Paris işte böyledir. Pahalılığından dolayı
edilen şikâyetler haksızdır. O pahalılık Paris'te yaşamasını bilmeyen
ecnebilere mahsustur ki İstanbul'da dahi yabancıların pahalılıktan
şikâyetleri ayyuka çıkmaktadır. Bir geceyi Beyoğlu'nda geçiriniz de
bakınız ne kadar pahalı olduğunu hükmediniz. Yirmi kuruş
verdiğiniz hâlde güzelce karnınızı doyuramazsınız. Kezalik yirmi
kuruş verdiğiniz hâlde temizce bir yatakta yatamazsınız. Ne hacet?
İstanbul'un hangi cihetinde olursa olsun, orta hâlli bir kuşluk taamı
etmek için lâakal sekiz on kuruş vermeye mecbursunuz. Bu hesap
üzerine bizde bir bekâr adam orta hâlli yani temizce geçinebilmek
için ayda bin kuruş harcetmiş olsa yine zaruret çeker. Hâlbuki bu bin
kuruş ile üç dört nüfuslu bir familya beyler gibi yaşar.” (Demir Bey
yahut İnkişâf-ı Esrâr, 170)
Hayret adlı romanda Adalar Kaymakamı İstanbul'da gece yarısı
gidebileceği uygun bir yer bulmakta güçlük çeker. Yazar bir Kaymakam'ın bile
bu kentte mahsur kalmasını şu cümlelerle hicveder:
“Hakikaten payitahtımızın İstanbul cihetini bir şehir
addetmektense azim ve cesim bir köy addetmek daha ziyade
münasip olur. Zira şehir denilen şey, insanların yaşamak için muhtaç
oldukları her şeyi cami olmak lâzım geldiği hâlde İstanbul'da
levâzım-ı mezkûreden bir çoğunun noksanı bedihîdir. İşte ezcümle
izzetinefsini bilen bir adamın temiz bir otel bulup da geceyi geçi¬
rebilmesi kabil değildir. Böyle bir yabancı, kendisini misafir olarak
kabul ettirecek bir dost arar ki aynıyla bir köye gidenler dahi geceyi
böyle misafirlik suretiyle geçirmeğe muhtaç olurlar. Belki de
İstanbul'da insan hiç bilmediği bir yere kendisini misafir kabul
ettiremeyeceği derkâr bulunduğu hâlde bir köye gidecek olsa Tanrı
misafiri olmak üzere kendisini her hâneye kabul ettirebilir.”
(Hayret, 56)
Yazar İstanbul'un bu olumsuz yönünü dile getirir. Gece geç saatlerde
Yedikule ve çevresinde araç bulmak oldukça zordur. Kentin her tarafının aynı
şekilde gelişmediğini de görmekteyiz.
Batılılaşma hareketi çerçevesinde, Osmanlı devletinin gayri müslim
tebaasına eşitlik öngören Hatt-ı Hümayun (1856), aynı zamanda İstanbul'un
şehircilik siyasetini de belirler. 1840'lardan itibaren, Avrupa'nın önemli
başkentleri örnek alınarak Avrupa tarzı çok katlı apartmanlar inşa edilir. O
döneme göre bir hayli görkemli mağazalar, şehrin ilk modern restoran, kahve,
pastane, otel ve birahaneleri açılır. Pera'yı 1843 yazında ziyaret eden Fransız
seyyah Gerard de Nerval, Pera'daki kahvelerin Champs-Elysees'nin seçkin
kahvelerin anımsattığını söyler. Bahtiyarlık adlı eserde Beyoğlu'ndaki Flamme
kahvehanesi yazarın üzerinde çokça durduğu mekândır:
“Flâmme alev manasına olduğundan bir zamanlar
‘Centilmenlerimiz Flâmme'da alevi aldı’ tarzındaki zarafetler pek
ziyade tahsin olunurdu. Gariptir ki bundan altı yedi sene evvel
Flâmme'ın kendisi dahi alev alarak dört duvardan ibaret kaldıktan
sonra dâire-i Belediyye Beyoğlu Büyük Caddesi'nin tevsii maksadına
* Bu kahvelerin müşterileri, kahve ya da limonata içer veya dondurma yerken Osmanlı
başkentinde yayımlanan Fransızca gezeteleri; Journal de Constantinople'u, Echo de
Smyrne'yi, Portofolio Maltesi'ı, Courrier d'Athenes, Moniteur Ottoman'ı okuyabilirler.
1865'te Pera'nın meşhur cafe-chantan'ı, müzikli bir eğlence yeri olan "Cafe Flamme” idi.
1880'lere doğru bu tür eğlence yerlerinin sayısı hızla arttı. Petros Peçakis'in "Cafe
Couronne"unda, Rumların "To Stemma" (Taç) adıyla andıkları eğlence yerinde, ünlü
kemençeci Vasilis'in çaldığı müzik eşliğinde iki karafaki duziko ve üç tabak meze için
müşteriler yarım İngiliz lirası öderdi.
Kaynak: http://fotografkiraathanesi.blogspot.c0m/1980/01/elence-diyari-pera.html
mebni o muhterik duvarları dahi feda. eylediğinden bina zemine
beraber yıkılmış ve şimdi yerine güzel bir tuhafçı mağazası ve
üzerine dahi üç dört katlı âlâ bir hane bina
olunmuştur.”(Bahtiyarlık, 11)
Yazar bu eğlence merkezinin yangından önceki hareketli günlerinden
özlemle bahseder. Özellikle kumar partileri buranın en gözde eğlencesidir.
Tanzimat dönemi romanlarında İstanbul ayrı bir yere sahiptir. Birçok
medeniyete başkentlik yapmış olan bu şehir, Avrupa kentleriyle de sık sık
karşılaştırılır. Araba Sevdası adlı romanının mekânı İstanbul'dur. İstanbul'un
mesire yerlerinden Çamlıca, en çok dikkat çeken yerdir:
“Kışın, meselâ zemherir içinde bir açık hava görünce ar¬
kasında mücerred süse halel vermemek için dar ve incerek ceket,
dizlerinin üzerinde ise mücerred süslü görünmek için bir kadife örtü
bulunduğu hâlde Beyoğlu caddesinde, Kâğıthane yollarında araba
kullanmak hevesiyle en şedit poyrazın karşısında tiril tiril titreyen
Bihruz Bey yazın da otuz, otuz beş derece sıcak günlerde
Çamlıca'da, Haydarpaşa, Fenerbahçesi yollarında yine o hevesle en
kızgın güneşin altında hasım hasım haşlaan ve fakat bu azabı kendi¬
sine en büyük zevk addederdi. Bihruz Bey her nereye gitse, her
nerede bulunsa, maksadı görünmekle beraber görmek değil,
yalnızca görünmekti.” (Araba Sevdası, 11)
Bu eserde, İstanbul'un en güzel yerlerini gezme fırsatı buluruz. Romanın
ilk sayfalarında Çamlıca tanıtılır:
“Burası (Çamlıca bahçesi) nâmıyla İstanbul'da en evvel
tanzim ve küşâd olunmuş olan bahçedir. Bir kaç zamandan beri
rağbet-i âmmeden bütün bütün mehcûr olduğu cihetle ekser
eyyamda kapıları kapalı durur. Yazın, bahusus baharlarda bu
bahçeyi açtırıp da aşağıki kapıdan içerisine girseniz beş, on
kadem ilerleyerek etrafınıza bir nazar ediverince muazzam ve
ma'mûr bir ravza-yı dilgüşâ içinde bulunduğunuza derhal kâil
olursunuz.” (Araba Sevdası, 2)
Çamlıca bahçesinin açılışına Bihruz Bey çok sevinir ve mart ayı gelince
yazlıklarına taşınır. Bundan böyle artık yazları Çamlıca'da, kışları
Süleymaniye'de ikamet eder.
Bu mesire yerinde gezmek onun için büyük bir olaydır. Bihruz Bey,
bunun için bir atlı araba da sipariş eder. Onun hayatı, arabasıyla bu mesire
yerinde gezinmekten ibarettir artık. Ayrıntılarıyla tasvir edilen Çamlıca bahçesi
romanın vak'a zincirini bağlayan yerdir. Çünkü eserin sonuna kadar sürecek bir
aşkın başladığı yer burasıdır.
Bihruz Bey arabasıyla Çamlıca'da gezerken yeni bir landonun içinde
sarışın ve güzel bir kadına (Periveş Hanım) rastlar. İlk defa gördüğü bu kıza
hemen âşık olan Bihruz Bey, ona bir çiçek verip bir hafta sonra da arabasına bir
mektup atar. Bu ikinci karşılaşmadan sonra kızı uzun müddet göremez.
Romanın sonraki kısımlarında Bihruz Bey'in, Periveş'i araması anlatılır.
Aylarca bu kadını hemen hemen bütün mesire yerlerinde arar. Kahramanımız
yapmış olduğu plâna göre bütün mesire yerlerinde onu arayacaktır. Bu arada
okur da, bu yerleri tahayyül etme imkânını bulur:
“Cuma veya pazar saat yedide köşkten çıkılarak
Fenerbahçesi, Haydarpaşa, Duvardibi mevkilerinin her birinde ya¬
rımşar saat bulunduktan sonra saat dokuz buçukta bahçe-i
umumîye gelinip, akşama kadar orada eğlenilecek, cumartesi ve
salı yine o saatte köşkten çıkılarak doğruca Göksu'ya bil-azime
yarım saat eğlendikten sonra Küçüksu'ya gelinip, dokuza kadar
orada beklenilecek ve avdette havuz başına dahi uğranılıp akşam
üzeri bahçe-i umumîye yetişilecek; pazartesi ve perşembe günleri
yine mutâd olan saatte köşkten çıkılıp Çamlıca'ya ve ba’de bahçe-i
umumîye azimet ve saat dokuza kadar orada ârâm edilecek ve
akşam üzeri Duvardibi'ne ve oradan Haydaıpaşa'ya ve ezana karîb
bir zamanda Fenerbahçesi'negidilecek...” (Araba Sevdası,135)
Araba Sevdası’ndaki Çamlıca, İntibah’ta da aşkın başladığı mekân olarak
karşımıza çıkar. Yazar, Çamlıca hakkında övgü dolu sözler söyler:
“İstanbul denilen güzellikler topluluğunun bütün güzel
manzaralarının bir bakışta görebileceğimiz tek yer varsa o da
Çamlıca'dır. Boğaziçi'nde hangi büyük orman veya küçük körfez
vardır ki, Çamlıca'dan görülmesin? İstanbul'un Beyoğlu gibi, Galata
gibi, Babıâli civarları gibi, Bayezıt gibi hangi bayındır tarafı vardır
ki, Çamlıca'nın bakışlarından kendini saklayabilsin. İstanbul'daki
eski eserlerden ve meşhur binalardan hiçbiri var mıdır ki, Çamlıca
tasvirine almak mümkün olmasın? Çamlıca öyle ibretle görülecek
bir yerdir ki, insan, çeşmesinin yanına çıkar da başını kaldırıp
etrafına bakınırsa gökyüzünün önünde, tabiî, sınaî, fenni nice yüz
bin çeşit güzelliklerden meydana gelmiş bambaşka bir âlem görür.
İnsanın gözbebeği âdeta, o güzellikler âleminin, büyük bir ustalıkla
ufacık bir noktaya sığdırılmış haritasına döner.” (İntibah, 17)
Görüldüğü gibi yazar; Çamlıca'yı âdeta bir Cennet parçası gibi addeder.
Çamlıca, havasıyla, suyuyla, toprağıyla ve insanıyla ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ali
Bey de, Bihruz Bey gibi Çamlıca'da gezer ve âşık olur. Her iki kahramanı
bedbaht eden aşkların merkezi Çamlıca'dır.
İntibah’ta da asıl mekân Çamlıca'dır. Burası güzelliği bakımından
romanların teması ile paralellik gösterir. Çünkü âşıkların, sevgililerin mekânıdır
Çamlıca. Turfanda mı yoksa Turfa mı adlı romanda Mansur'un İstanbul'a gelişi
duygusal bir tarzda verilir:
“Mansur Bey ilk kez İstanbul'a geliyordu. Ah! İstanbul'a
gelmek! Osmanlı Saltanatının merkezi, hilafet makamının
bulunduğu İstanbul'a kavuşmak!” (Turfanda mı yoksa Turfa mı?, 13)
Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat’ta İstanbul olay örgüsünün geçtiği mekândır:
“Aksaray'dan Bayezıt'e çıkan caddede, bundan bir kaç sene
evvel Hacı Mustafa isminde bir tütüncü vardı ki, ihtiyarlığına
riayeten ekseriya Hacıbaba derlerdi.” (Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat, 37)
Zehra adlı romanda da İstanbul'un ilçeleri ve gezinti yerleri dikkat çeker:
“... Hele gurub ile tulûa yakın zamanlarda Göksu deresi gibi,
Beykoz Büyükdere limanları gibi, Baltalimanı, Küçüksu, Kefeliköy, Bey¬
koz, Sultaniye çayırları gibi, Sarıyar’ın suları, Kavaklar'ın Sütlüce'siyle
Otuzbir Suyu gibi yerleri ve baştan başa tekmil boğaz içi o derece ruh
okşayıcı, his uyandırıcı şiir gıcıklayıcı levhalar, manzaralar
göstermekte idi ki şehr-i şehîrimizin bedâyi-i tabiîyesinden haberdar
olabilmek için bu levhaları bu manzaraları göğüs geçire geçire temaşa
etmek lâzım gelir.” (Zehra, 3)
Ahmet Mithat, romanlarında Batılı şehirleri sık sık tanıtır. Yazar,
“Avrupa’ya gitmeden” (Okay 1991: 65) birçok şehri kitaplardan tanıma fırsatı
bulmuştur.
Sergüzeşt’te Celâl Bey'in Fransız mürebbiyesi, Paris'ten başka bir kent
hayal edemediğini söylüyor. Bu anlayış, yabancı mürebbiyelerin çoğunun
düşünce yapısını da yansıtması bakımından önem taşır:
“Londra'dan bahsolunduğu zaman, yanı başında o parlak
Paris varken, senenin büyük bir kısmını sisler ve dumanlarla çevrili
karanlık bir memlekette geçirenlere hayret eder ve kendisinin
mürebbiyelik vazifesiyle Londra’da geçirdiği kış mevsiminin bir
pazar gününe sözü getirir.” (Sergüzeşt, 37)
Bu romanda, Âsaf Paşa konağındaki alafranga hayat, eğlencelere ve
gezinti yerlerine de yansır. Âsaf Paşa ve ailesi eğlenmek ve iç sıkıntılarından
kurtulmak için zaman zaman gezintiye çıkar:
“Kızıyle biraz oturup da dışarıya çıktığı zaman, bütün aile,
arabalarla Fener'e giderek bir iki saat gezintiden sonra döndüler.
(Sergüzeşt, 52)
Ahmet Mithat, romanlarında yabancı şehirlerden Paris'e ayrı bir önem
verir. Avrupa'nın kültür merkezi olan Fransa hep hayranlık uyandırır:
Tanzimat dönemi romanlarında gerek yurt içindeki, gerekse yurt
dışındaki gezinti yerlerine geniş yer verilmiştir. Romanların ülkedeki mekânı
İstanbul'dur. Tarihî öneminin yanı sıra, birçok mesire yeri bulunması sebebiyle
bu kent, Avrupa şehirlerini aratmamaktadır. Eski İstanbul'da ilkbaharın
gelmesiyle birlikte gezinti yerleri hareketlenir. “Mesire geleneği Lâle Devri’nde
başlayıp ilerleyen yıllarda özellikle Tanzimat’la birlikte yaygınlaşmıştır.” (Özer,
2005:202)
Vak'a zinciri yurt dışında geçen romanlarda ise Paris en çok adı geçen
şehirdir. Paris'in de İstanbul gibi tarihi önemiyle beraber, mesire yerleri
güzelliğiyle turistleri çeker. Paris dışında Fransa'nın birçok şehri romanlarda
zikredilir. Paris'ten başka, Napoli, Madrid, Berlin, Moskova, Petersburg gibi
Avrupa'nın büyük kentlerinden bahsedilir.
Felâtun Bey ile Râkım Efendi adlı romanda İstanbul'un en gözde mesire
yerlerinden Kâğıthane, roman kahramanlarının sıkça uğradığı bir mekândır.
Rakım Efendi burası ile ilgili şöyle der:
“Bir salı yahut çarşamba günü gideriz. O güzel sahralar,
çayırlar tenhadır. Bize her güzelliklerini arz ederler. Başka
günlerse oraları at ve araba panayırına döner. Hem Kâğıthane'ye
böyle bizim gibi gidenler, yiyeceklerini, içeceklerini de beraber
götürüp öyle eğlenirler.”(Felatun Bey ile Rakım Efendi, 77)
Tanzimat'la birlikte toplum hayatının değişmesi, şehirlerin görünümüne
de yansır. Bu dönemde nakil vasıtalarının gelişmesi ve çoğalması ile İstanbul
halkı sık sık mesire yerlerine devam etmeye başlar. “1851’de Boğaziçi ulaşımını
kolaylaştıracak Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla” (Özer, 2005: 203) Boğaziçi
gezinti yerlerinin önemi artar. Özellikle yaz aylarında Adalar, Boğaziçi, Çamlıca,
Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere en çok rağbet gören yerlerin başında gelir.
Dönemin romanlarında bu mekanlarla beraber İstanbul'un diğer semtlerinin
güzellikleri anlatılır. Bu mekanlar adeta sevgili arayan erkeklerle ve zengin,
tahsilli genç arayan kızlarla doludur. Öyle ki, bir ara Bihruz Bey (Araba Sevdası)
ile Ali Bey'in (İntibah) karşılaşacağını zannederiz.
19. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nde meydana gelen değişiklikler hiç
şüphesiz şehir düzenine önemli etkiler yapar. Bu etkiler, kentlerin mimârî
yapısından mahallelerin aydınlatılmasına, ulaşım vasıtalarından sosyal etkinlik
mekânlarına kadar kendisini gösterir. Özellikle İstanbul'da eski Osmanlı
mimarisinin yerini Avrupaî tarzda yapılmış apartmanlar almaya başlar. Artık
Osmanlı zevkini yansıtmayan binalar şehre hakim olur. İstanbul sokaklarının
aydınlatılmasına yönelik çalışmalar, Tanzimat'tan sonra daha önemsenir. Kent
içi ulaşımda ise karada tramvaylar, denizde ise vapurlar daha çok zikredilir. Bu
dönemin romanlarında arabalar, otomobiller ve faytonlar ulaşımda,
sayfiyelerde ve gezintilerde sıkça kullanılır. Bununla beraber, İstanbul'un
eğlence merkezlerinin bakımı meselesi dönemin yöneticilerinin üzerinde
durdukları meselelerdendir. Kahvehaneler, kafeler (cafe), pastahaneler, bar ve
gazinolar roman kahramanlarının devam ettikleri eğlence yerlerindendir.
Batı'nın şehir yapısındaki etkisi daha çok dış mekanla ilgilidir. Dönemin
romanlarında Osmanlı şehirleri, başta İstanbul olmak üzere, Avrupa kentleriyle
karşılaştırılır. Sonuçta, Osmanlı kentlerinin şehir planı bakımından Avrupa
kentlerinden çok geride oluşu, yazarların da üzülerek kabul ettiği gerçek olarak
okuyucuya verilir.
Kaynaklar
a) Romanlar
Ahmet Mithat Efendi, Bahtiyarlık (Hazırlayan: Nuri Sağlam), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2000.
Ahmet Mithat Efendi, Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr, İstanbul, 1305, Roman,
Tercümân-ı Hakikat gazetesinde
tefrika edilmiştir. (Hazırlayan: M.Fatih Andı), Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara, 2002.
Ahmet Mithat Efendi, Diplomalı Kız (Hazırlayan: M.Fatih Andı), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2003.
Ahmet Mithat Efendi, Felâtun Bey ile Râkım Efendi (Hazırlayanlar: Kâzım Yetiş,
Nejat Birinci, M.Fatih Andı),
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000.
Ahmet Mithat Efendi, Hayret (Hazırlayan: Nuri Sağlam, Nejat Birinci, M.Fatih
Andı), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000.
Ahmet Mithat Efendi, Müşahedat (Hazırlayan: Nejat Birinci), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2000.
Ahmet Mithat Efendi, Paris’te Bir Türk (Hazırlayan: Erol Ülgen), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2003.
Mizancı Murat, Turfanda mı, yoksa Turfa mı (Haz: Yasin Beyaz), Armoni Yay.,
İstanbul, 2003.
Nabizade Nazım, Zehra (Haz: Hüseyin Alacatlı), Akçağ Yay., Ankara, 1997.
Namık Kemal, İntibah (Haz: Seyit Kemal Karaalioğlu), İnkılap Yayınevi, İstanbul,
1999.
Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası (Haz: Hüseyin Alacatlı), Akçağ Yayınları,
Ankara, 1997.
Sami Paşazade Sezai, Sergüzeşt (Hazırlayan:Zeynep Kerman) M.E.B. Yayınları,
İstabbul, 1990.
Şemseddin Sami, Taaşşuk-ı Tâl’at ve Fitnat (Haz:Yakup Çelik), Akçağ Yay., Ankara,
2002.
a) Genel Kaynaklar
Faraoqhi , Suraiya (2002), Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, (Çev. Elif Kılıç)
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri (1940), Tanzimat, “Tanzimat'ta İçtimai Hayat”,
Ankara.
Gökalp, Ziya (1976a), Türk Medeniyeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yay.,Ankara.
Gökalp, Ziya (1976b), Türk Töresi, Tarihi, Kültür Bakanlığı Yay.,Ankara.
Okay, Orhan (1991), Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
Özer, İlbeyi (2005), Avrupa Yolunda Batılaşma ve Batılılaşma, Truva Yayınları,
İstanbul.
Yrd. Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü, Adıyaman.
E-posta: mkarabulut@posta.adiyaman.edu.tr